Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneğinin (TÜSİAD) ''Türkiye Ekonomisi 2012
Raporu''nda, Türkiye ekonomisi için 2012 yılında ağırlığını koruyacak temel
tehditlerin başında Avrupa borç krizi ve bu küresel nitelikteki sorunun dünya
finansal sistemi üzerindeki yansımaları geldiğine işaret edildi.
Türkiye'nin
hızlı toparlanma ve büyüme rekorlarına değinildiği raporda, 2011 yılının ilk üç
çeyreğinde kaydedilen yüksek sektörel büyüme hızlarının son çeyrekte
yavaşlayacağı, 2012 yılında ise daha düşük bir patikaya gerileyeceği
belirtildi.
Raporun
''istihdam artışları ve işsizlik oranları'' bölümünde 2009 ikinci çeyrekte
ekonomide toparlanmanın başlaması ve Mayıs 2009'daki istihdam paketinin
uygulamaya konulmasıyla, Haziran 2009'da yüzde 13'e gerileyen işsizliğin,
sonraki dönemlerdeki dalgalanmalara rağmen 2011 Nisan ayında tek haneye indiği,
2011 Eylül ayında ise hem mevsimsel düzeltildiği, hem de manşet seride en düşük
oranlara ulaştığı hatırlatıldı.
İşsizlik
oranındaki bu hızlı gerilemenin işgücüne katılım oranında azalma kaydedilmemesi
itibarıyla temel belirleyicisinin istihdamda hızlı artışlar olduğunun altı
çizilen raporda, 2010 yılı Ekim ayından sonra tüm alt sektörlerde istihdam
artışının ivme kazandığı, istihdam artışında sağlanan yüksek hızlı temponun
inşaat sektöründe istihdam artış hızını 2011 Eylül ayında yüzde 24'ün üzerine
çıkarırken, hizmetler sektöründe istihdam artış hızının aynı dönemde yüzde
6,5'i geçtiği, böylelikle tarım sektörünün de katkısıyla toplamda istihdam
artış hızının yıllık olarak yüzde 7,7'ye yükseldiği ve 2011 yılı Eylül ayının
işsizlikte en düşük oranın gerçekleştiği dönem olduğu anımsatıldı.
Söz
konusu bu sektörlerdeki olumlu gelişmelere karşın, imalat sanayinde yıllık
istihdam artış hızının 2011 yılı Mart ayında yüzde 10,3'den 2011 Eylül ayında
yüzde 2,1'e gerilemesinin istihdam artışında yeni bir sınıra gelindiğine işaret
ettiği, ayrıca Ekim 2011 işsizlik oranında mevsimsel düzeltilmiş seri dahil
olmak üzere gözlenen artışın işsizlik oranı açısından yapısal sınırlara dikkati
çektiği belirtildi.
-''Yüksek
yurt içi tasarruf oranları...''-
Raporun
''riskler ve tehditler'' bölümünde ise Türkiye ekonomisi için 2012 yılında
ağırlığını koruyacak temel tehditlerin başında Avrupa borç krizi ve bu küresel
nitelikteki sorunun dünya finansal sistemi üzerindeki yansımalarının geldiği,
söz konusu tehdidin Türkiye'ye yönelik sermaye hareketleri, dolayısıyla cari
açığın ve dış tasarruflara dayalı büyümenin finansmanı açısından önemli aşağı
yönlü riskler oluşturduğuna işaret edildi.
2011
yılında cari açığı sürdürülebilir bir GSYH oranına getirme arayışlarının, dış
koşullarda önemli bir bozulma olmasa bile 2012 yılında iç talep genişlemesi ve
büyüme üzerinde aşağı yönlü baskı oluşturduğuna dikkati çekilen raporda,
planlanan ve yürütülen politikaların hedefi olan bu gelişmelerin kamu maliyesi,
fiyatlar ve işsizlik üzerinde yeni aşağı yönlü riskler anlamına geldiğinin altı
çizildi.
TÜSİAD
raporunda ''cari açığın gelişimi'' bölümünde ise IMF verilerinin ortaya koyduğu
üzere, yurt içi tasarurf/GSYH ve cari açık/GSYH oranları arasında yakın bir
ilişkinin mevcut olduğu, IMF öngörülerinde 2011-2016 yılları arasında cari
açığın milli gelire oranının önce yüzde 6 oranına gerileyip, sonrasında 2016
yılında yüzde 8 oranına yükseleceğinin ifade edildiği belirtildi. Raporda, buna
karşılık aynı dönemde yurt içi tasarrufların GSYH oranının önce yüzde 14'lere
yükselip, sonra yüzde 12 oranına gerilemesinin beklendiği kaydedildi.
Bu
çerçevede tüketim ve yatırım talebinin canlı olduğu dönemlerde üretimin ve
ihracatın ara malı ve enerji ithalatına yüksek bağımlılığının cari açığı
yapısal bir sorun haline getirdiği, dolayısıyla yapısal sorunlar çözülmeden
yüksek tüketim ve yatırım büyüme hızlarının sürdürülemeyeceğinin anlaşıldığına
değinilen raporda, cari açığın sürdürülebilir bir orana getirilmesi için
gereken tüketim ve yatırım artış hızlarının yüksek yurt içi tasarruf oranları
anlamına geldiğine işaret edildi.
-''Tedbirler,
açmazlara neden olabilmekte''-
Raporun
''politika önlemleri'' bölümünde de makro finansal riskleri kontrol edebilmek
amacıyla Merkez Bankasının fiyat istikrarı temel amacını muhafaza ederken,
makro finansal istikrarı dikkate alan bir yapıda, politika faizinin yanı sıra
gecelik borç alma ve borç verme faizleri arasında oluşan faiz koridorunun ve
zorunlu karşılıkların bir arada kullanıldığı bir politika bileşimi tasarladığı,
makro çerçevede kontrollü belirsizlik yaratarak kısa vadeli sermaye hareketleri
için çeken faktörleri zayıflatmayı ve uzun vadeli sermaye hareketlerini
özendirmeyi amaçlayan bu yaklaşımın 2011 yılı başından itibaren etkili olmaya
başladığı, kısa vadeli sermaye girişlerinin küresel risk iştahındaki bozulmanın
etkisiyle daha da azalması sonucu nominal ve reel kurlarda 2011 yılı içinde
önemli düzeltmeler oluştuğu hatırlatıldı.
Kredi
arzının, dolayısıyla iç talebin kontrolünü amaçlayan tedbirlerin ise Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tedbirleri sonrasında etkisini artırdığına
dikkatin çekildiği raporda, ancak talebi dengelemeyi amaçlayan bu tedbirlerin
küresel koşullara bağlı olarak talebi kısıtlamak-canlandırmak, aktif para politikası
uygulamak-kurlarda oynaklığı yönetmek arasında gelip giden açmazlara neden
olabildiğine işaret edildi.
Ayrıca
küresel finansal entegrasyon nedeniyle talep bileşenlerini, özellikle yatırım
talebini genel bir ekonomik yavaşlamaya neden olmadan kontrol edebilmenin
önemli zorluklar içerdiğinin altı çizilen raporda, diğer yandan düşük
ihracat-ithalat fiyat esneklikleri ve ihracat gelir esnekliğinin etkisinin dış
pazarlardaki sorunlar nedeniyle olumsuz yönde çalışması, reel döviz kuru
düzeltmelerinin, enflasyon dinamikleri açısından sürdürülebilir dahi olsa,
iç-dış talep dengelemesi anlamında katkısını sınırladığı belirtildi.
(MED-FAN)