- Ali İhsan Karacan'ın yazısının tamamını okumak için haberin devamını tıklayın
Gözlerden kaçan
kritik ayrıntı
Yeni Türk Ticaret Kanunu (TTK) pay
sahiplerinin sorumlulukları açısından eski sistemi korurken özellikle şirketler
topluluğu ile ilgili olarak yeni bazı hükümler getirmiştir.
TTK esas itibariyle pay sahiplerinin sorumlulukları ile ilgili olarak, (anonim şirketin kurucuları olarak pay sahipleri için getirilen hükümleri bir yana bırakırsak) fazla hükme sahip değildir. Normal olarak pay sahiplerinin sorumluluğu esas itibariyle taahhüt ettikleri sermaye payları ile ilgili az sayıdaki hükümdedir. (Pay sahiplerinin sorumlulukları için özellikle bkz. TTK m.128, 158, 198, 202, 206, 329, 376/2, 481, 482, 549, 550, 553).
Diğer yandan TTK pay sahibinin sahip olduğu haklara ilişkin çok sayıda hüküm taşımaktadır. Bunların bir kısmı azınlık haklarının kullanımına ilişkin hükümlerdir. (Pay sahiplerinin hakları için bkz. TTK m. 183, 200, 202, 208, 407/1, 411/1, 420, 421, 425, 434, 437, 438, 439, 446, 454, 480, 507, 531, 543, 555, 559).
Burada ilginç olan azlığa ilişkin çok sayıda pay sahibi haklarını düzenleyen hüküm vardır. Büyük ya da hakim konumda olan pay sahibi doğal olarak pay sahiplerinin sahip olduğu haklara sahiptir. Ancak hakim pay sahibi olarak sahip olduğu ek haklarını düzenleyen belki de tek özel hüküm TTK m. 208 deki satın alma hakkıdır. Hukukumuzda ilk kez büyük ortağa belirli şartların gerçekleşmesi halinde küçük ortakların paylarını alma hakkı tanınmıştır.
Buna göre hakim şirket, doğrudan ve dolaylı olarak bir sermaye şirketinin paylarının ve oy haklarının en az yüzde doksanına sahipse, azlık şirketin çalışmasını engelliyor, dürüstlük kuralına aykırı davranıyor, fark edilir sıkıntı yaratıyor veya pervasızca hareket ediyorsa, hakim şirket azlığın paylarını varsa borsa değeri, yoksa TTK m. 202/2 de öngörülen şekilde belirlenen değer ile satın alabilir.
Buradaki koşulları irdeleyelim.
Öncelikle hakim şirketin ilgili şirkette en az yüzde doksan oranında pay sahibi ve oy hakkına sahip olmalıdır.
Bir şirkette bu sınıra uyan oranda pay sahibi olan şirket olmayan ortaklar bu haktan ya da olanaktan yararlanamazlar. Kanun aslında bu olanağı şirketler topluluğunda yer alan hakim şirkete tanımak istemiştir. Bunun nedenlerinden birisi TTK m.202 ile bağlı şirketteki pay sahibinin hisselerin alması için hakim ortağı dava edebilmesidir. Böylece iki ortak gurubu arasında bir hak dengesi kurulmak istenmiş olabilir.
Küçük ortak ya da ortakların (gerçek ya da tüzel kişi olmalarının önemi yoktur) şirketin çalışmasını engellemeleri, dürüstlük kuralına aykırı davranıyor olmaları, fark edilir bir biçimde sıkıntı yaratmaları veya pervasızca hareket etmeleri gerekmektedir. Bunları kanıtlamak büyük ortağa düşmektedir.
Bu hak nasıl kullanılacaktır. Kanunun yazılış tarzından bunun hakim ortağın tek taraflı kararı ve onun hisse alma beyanının karşı tarafa ulaşması ile yapılacağını ve iki taraflı ilişkiden çok tek taraflı bir ilişkiymiş intibasını uyandırmaktadır. Ancak bu yanıltıcıdır. Hiç kimse özel hukukta tek taraflı olarak karşı tarafla bir ticari ilişkiye girmeye zorlanamaz; aksi takdirde yasanın bu hükmü anayasaya aykırılık savı ile karşılaşabilir. Bunu şu şekilde anlamak gerekir. Hakim ortak belirli şartların oluştuğuna inanıyor ise payları elinde bulunduran ortağa belili bedelle alma teklifinde bulunabilir. Azınlık ortak bunu kabul ederse sorun yoktur. Kabul etmez ise hakim ortak bunu dava yoluyla takip edebilir. Koşulların oluştuğunu mahkeme kabul ettiği takdirde hakim ortağa satılmasına karar vermek durumundadır. Azlık pay sahibi de paylarını mahkeme kararıyla ve mahkemenin belirlediği fiyatla satmak zorundadır. Mahkeme kararına uymayan azlık pay sahiplerinin payları şirkette dondurulabilir ve ardından büyük ortağın adına kaydedilebilir. Ancak bu durumda satış bedeli bir bankada azlık pay sahibi adına yatırılmış olmalıdır.
Bedel, borsa değeri, yoksa TTK m. 202/2 de öngörülen şekilde belirlenen değer olacaktır. Buna göre borsa değeri bulunmuyorsa veya borsa değeri hakkaniyete uygun düşmüyorsa gerçek değerle veya genel kabul gören bir yönteme göre belirlenecek değerin tespitini mahkemeden isteyebilirler Değer belirlenirken mahkeme kararına en yakın tarihteki veriler esas alınır (TTK m. 202/2).
Gerçekten de bu hüküm ilk özelliğini taşımaktadır. Çünkü özellikle sermaye piyasası hukukundaki çağrı yoluyla payları toplamak gönüllülük ya da iki taraflılık ilkesine dayalı bir işlemdir. Sermaye piyasası hukukunun verdiği bu olanaktan yararlanarak çağrı yoluyla payları bir ortak toplamak isteyebilir. Ancak bu çağrıya diğer ortaklar uymak zorunda değildirler Çağrıya uymayan bu ortaklar dava yoluyla hisselerini satmaya asla zorlanamazlar. Hâlbuki TTK iki taraflılık yerine tek taraflılığa, gönüllülük yerine zorlamaya dayanan bir sistem getirmektedir.
Sermaye piyasası hukukun getirdiği çağrı olanağından mutlaka bütün payları toplamak amaç olmayabilir. Bir şirketteki paylarını artırmak ya da hakim ortak konumuna gelmek isteyen bu yöntemi kullanabilir.
TTK’nın getirdiği bu hüküm sayesinde çok küçük oranda halka açık olan bir şirket şartların oluşması halinde bu küçük hisseleri alabilecek ve kapalı bir şirket haline gelebilecektir.
Yine de TTK ile getirilen bu hükmün uygulamada tartışma yaratabileceğini ve bir dava yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülebileceği kanısını taşıyorum.
